Ilginç Hikayeler
Bu yazida size, çok yakindan tanidiginiz, her zaman her yerde rastladiginiz fakat fazla dikkatinizi çekmeyen, çok becerikli, çok sosyal, çok akilli bir varligi, "karinca"yi anlatacagiz. Yasantimiz içinde hiçbir zaman önem ifade etmeyen bu milimetrik varliklarin, mucizelerle dolu hayatlarini inceleyecegiz.
Teknoloji, kollektif çalisma, askeri strateji, gelismis bir iletisim agi, örnek ve rasyonel bir hiyerarsi, disiplin, kusursuz bir sehir planlamasi... Ýnsanlarin her zaman yeteri kadar basarili olamadigi bu alanlarda, karincalar daima basarilidirlar. Zorlu rakiplerini bastirmak ve güç doga kosullarina dayanabilmek için gerekli herseye sahip olan bu canlilara baktiginizda, hepsinin birbirinin aynisi oldugunu düsünebilirsiniz. Gerçekte ise, binlerce çesiti olan karincalarin, her çesiti ayri özelliklere sahiptir. Dünyanin en kalabalik nüfusuna sahip olan bu canlilarin, yukarida saydigimiz özellikleri çerçevesinde, bizlere yepyeni ufuklar kazandirabilecegine inaniyoruz. Bu yazi, karincalarin özel ve hayranlik uyandiran dünyasini kesfetmemizi saglayacak. Yapilan bazi hesaplamalara göre en eskisi yaklasik 80 milyon yil yasinda olan fosilleriyle bugünküler arasinda hiçbir farklilik bulunmayan ve yaklasik 8800 türü bulunan karinca topluluklarinin, o küçücük bedenleriyle neler basarabildiklerini görecegiz.
Karincalarin özel dünyasini kesfederken, bu mükemmel sistem hayranlik uyandiracak, düsünme ve arastirma ihtiyacimizi arttiracaktir. Ayni zamanda evrim teorisinin yanlislarini görüp, Allah'in kusursuz yaratisina birlikte sahit olacagiz ki bu son derece önemli bir istir. Çünkü Kuran'da da doga üzerinde düsünen ve böylece Allah'in büyüklügünü taniyan insan modeli övülmüs ve bu model inançli kisilere örnek olarak verilmistir. Asagidaki ayet bu konuyu tam olarak açiklamaktadir:
Þüphesiz göklerin ve yerin yaratilisinda gece ile gündüzün ardarda gelisinde temiz akil sahipleri için gerçekten ayetler vardir. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'i zikrederler ve göklerin ve yerin yaratilisi konusunda düsünürler. (Ve derler ki) "Rabbimiz, sen bunlari bosuna yaratmadin. Sen pek yücesin, bizi atesin azabindan koru." (Al-i Ýmran, 190-191)
Bu yazinin da, okuyanlarini daha derin düsünmeye sevketmesini ve kendilerini yaratan Allah'in üstün gücüne ve örneksiz yaratma sanatina hayranlik duymalarina yardimci olmasini umuyoruz.
Yil 2020,kizim 18,ben 47 yasindayim...
"Baba bizim bayragimizda sizin zamaninizda Ay-yildiz varmis neden
simdi haç isareti ve anlamini bilmedigim renkler var?
2 arkadas okulda tavan arasinda eski bir atlas bulmustuk,o atlasta
gördük daha önce Edirne'den Kars'a kadar Türkiye topragi imis,simdi neden
o haritanin 1/5'ine Türkiye diyoruz?
Eskiden her mahallede 1-2 cami varken,simdi neden her ilde bir cami
var,dedem bahsetmisti daha önce ezan denen bir sey varmis,günde 5 defa
camilerden okunurmus simdi bu çan sesleri ne baba?
Filistinlilerin zamaninda topraklarini parça parça satarak Ýsrail'in
kurulmasina sebep olduklarini hiç mi bir yerde okumadiniz da,topraklarimizi
sattirip simdi bu ufcik alana bizi hapsettiniz.Siz atalarinizdan böyle mi aldiniz bu
topraklari,emaneti böyle mi korudunuz. Günden güne topraklarimiz satilirken
siz uyuyor muydunuz baba?
Baba küçükken herkesin beni Aybüke diye çagirdigini hatirlar gibiyim
simdi neden bana Angel diyorlar,beni kulagima Angel ismini ezanla sen mi
söyledin?
Bizim evin önünden tanklarla geçen Amerikan askerleri kim baba?Hergün
bize hakaret ederek ve sizi her gördükleri yerde coplayarak demokrasi ! mi
getirdiler baba?Bize okulda demokrasinin tanimini daha farkli ögretiler sanki Elime geçen gün bir kitapgeçti baba,senin gençliginden kalan .
Biz Ankara'ya tasinmazdan önce memleketimizin ismi Gaziantep'mis ve 6317 sehit vererek "Gazi" lik ünvanini kazanmis.Neden simdi oraya kürdistan diyorlar baba.Baba hani sizlere kürtlerle Türkler kardestir demisler,peki kardeslerim neden bizi öldürüp ülkemizde ayri devlet kurdular.
Baba o kitapta Atatürk diye birinden de bahsetmisti.O her kimse 1933'te
Bursa'da bir nutuk vermis,ben simdi bile ne kastettigini anlayabiliyorken,sizin
gençliginiz bu kadar mi cahildi de o uyarilari dikkate almadiniz.
Þimdiki kürdistan topraginda yer alan Süleymaniye'de askerimizin basina
çuval geçirmisler ve sen o dönemde gençtin,hiç mi kanin donmadi baba.Neden
hesap sormadiniz bunlari görmezden gelen yöneticilerinize?
O az önce bahsettigim Atatürk size bir hitabe yazmis ve sizi hain yöneticilere
ve usaklara karsi uyarmisve hitabenin sonunda da "Muhtaç oldugun kudret
damarlarindaki asil kanda mevcuttur."demis.Baba kaniniz o kadar bozuk mu ki
ülkemizi bu hale getirenlerin yakasina yapismadiniz.
Baba Türkiyeli ne demek,biz Türk çocugu degil miyiz,soyumuz belli degil mi
bizim ,o kitapta okumustum "Ne mutlu Türküm diyene" yaziyordu.Peki baba ben
neden mutlu degilim.Türküm demek suçsa ve kötü bir seyse siz eskiden neden
söylerdiniz.
Baba biz Kurtulus Savasi denen bir sey yasamisiz,kitaba göre dünyanin gördügü en sanli savasmis ve o savasta 4 milyon sehit vermisiz.Madem bu vatandan bu kadar kolay vazgeçecektiniz de neden o kadar sehit verdiniz.
Hiç mi kitap okumadiniz,hiç mi sizi uyaran olmadi,hiç mi göremediniz ülkemizin
peskes çekildigini,eger farkinda olduysaniz ve duygusuzca evinizde oturduysaniz sizin o hainlerden ne farkiniz kaldi.Allah'in huzuruna hangi yüzle çikacaksiniz baba.
"Vatan sevgisi imandandir" diye bir hadis varken hadi diyelim ki Türklügünüzden
vazgeçtiniz bari Ýslam'in emrine uysaydiniz.
Senin eski cd'lerden dinledim baba,bizim de bir Ýstiklal Marsi'miz varmis,o marsi
yanlizca körü körüne ezberlediniz mi?Atalarimiz sizi her firsatta uyarmis,demis ki "Ey Türk titre ve kendine dön."Baba ne zaman titreyeceksiniz,Ankara'yi da kaybettikten sonra mi?
Bundan 13 yil önce titremediyseniz eger artik hiç birsey titretemez sizi.
Baba sen son bagimsiz olan Türkiye Cumhuriyetini gördün."Ya devlet basa,ya
kuzgun lese" diyebilecek bir Hasan Tahsin,bir Þehit Þahin,bir Sütçü Ýmam yok muydu aranizda?Yaziklar olsun baba sizin gençliginize!
Bu günleri görecegime hiç dogmasaydim baba.Türklügünüzden utanmadiniz hiç
olmazsa insanliginizdan utansaydiniz baba.Bu vatan göz göre göre altinizdan kayarken hiç olmazsa ÞEREFÝNÝZLE ÖLEMEDÝNÝZ MÝ?"
Yillarca Kayserililer ile ermeniler birlikte yasamislardir. Birbirleriyle siki münasebetlerinin fazla oldugu yillarda, bir kayserili, ermeni arkadasindan borç para ister.
Ermeni arkadasi ne zaman ödeyecegini sorar. Kayserili: -"Þu Erciyes Dagi'nin kari eriyince borcumu öderim."
Ermeni, bir yil bekler. Kayseriliden ses yoktur. Gider yanina ve alacagini ister. Kayserili, Erciyes'i gösterir ve daha üzerinde kar oldugunu söyler. Bir süre sonra ermeni, kayserilinin oyununa geldigini anlar.
Bunu içine sindiremez. Artik karar vermistir ve o da bir baska kayseriliyi kandiracaktir.
Gider bir arkadasina ve borç ister. Kayserili ne zaman ödeyecegini sorar ve o da ayni cevabi verir: -" Erciyes'in kari eriyince" "Pekiyi" der kayserili. Aradan bir yil geçer ve kayserili hemserim alacagini istemek için ermeniye gider. Ermeni vatandasimiz bu durumu bekledigi için çok rahat bir tavirla Erciyes'i gösterir ve hâlâ karin erimedigini söyler.
Kayserilinin de cevabi hazirdir: -"O gördügün kar, bu yilin kari. Geçen yilin kari çoktaaaan eridi" Ermeni ne yapacagini sasirir ve çaresiz borcunu öder.
Suyun her zaman yararli oldugunu biliyorduk da, simdi onun, niçin doganin en basit, en etkili, en güvenli ve en "yan etkisiz" mucizevi ilaci oldugunu ögrenmek zamani…
Yeni ve saglikli bir yasama baslamak, su an ellerinizin arasinda tutacaginiz bir bardak suda… Çünkü hayatimizin en vazgeçilmez ama bilinçli olarak, öneminin asla farkina varamadigimiz birincil ögesi: Su!..
1- Hiçbir sey susuz yasayamaz.
2- Göreceli su yetersizligi vücudun bazi fonksiyonlarini önce bastirir, sonra öldürür.
3- Su temel enerji kaynagidir, vücudun "nakit akimidir."
4- Su vücudun her hücresinde elektriksel ve manyetik enerji üretir, bize yasam gücü verir.
5- Hücre yapisindaki maddeleri birbirine baglayan bir yapistiricidir.
6- DNA hasarini önler ve onarim mekanizmalarinin daha iyi çalismasina yardimci olur, böylece üretilen anormal DNA sayisi azalir.
7- Bagisiklik sisteminin (bütün mekanizmalarinin) merkezi olan kemik iliginde, bu sistemi kanser de dahil olmak üzere, çesitli hastaliklara karsi güçlendirir.
8- Bütün besinlerin, vitamin ve minerallerin temel çözücüsüdür. Vücutta besinleri küçük parçalara ayirir, sindirimlerinde ve son metobolik asamalarinda görev yapar.
9- Besinlere enerji verir ve parçalanan besinler sindirim sirasinda bu enerjiyi vücuda aktarir. Susuz yenen yemegin vücut için hiçbir enerji degeri yoktur.
10- Su, besinlerdeki gerekli ögelerin emilimini artirir.
11- Bütün ögelerin vücuda tasinmasina yardimci olur.
12- Akcigerlerde oksijen toplayan kirmizi kan hücrelerinin çalisma verimini artirir..
13- Hücreye ulasan su, o hücreye oksijen verir ve atik gazlari vücuttan atilmalari için akcigerlere tasir.
14- Vücudun çesitli bölgelerinden zehirli atiklari toplar ve atilmalari için karaciger ya da böbreklere tasir.
15- Eklem bosluklarindaki temel yaglayici maddedir, artrit ve sirt agrilarinin olusumunun önlenmesinde yardimci olur.
16- Omurgadaki diskleri "sok emici su yastiklari" na dönüstürür.
17- Bagirsaklari en iyi çalistiran yaglayici maddedir, kabizligi önler.
18- Kalp krizi ve felce karsi koruyucudur.
19- Kalp ve beyin damarlarinda pihtilasmayi önler.
20- Vücudun sogutma (terleme) ve isitma (elektrik) sistemleri için vazgeçilmezdir.
21- Düsünme basta olmak üzere, bütün beyin fonksiyonlari için bize güç ve elektriksel enerji verir.
22- Serotonin ve diger nörotransmitterlerin (sinir ileticileri) üretimi için vazgeçilmezdir.
23- Melatonin de dahil olmak üzere, beyinde üretilen bütün hormonlarin yapimi için gereklidir.
24- Çocuklarda ve yetiskinlerde dikkat yetersizligi sorununa çözüm getirir.
25- Çalisma verimini artirir ve dikkat araligini büyütür.
26- Su dünyadaki diger bütün içeceklerden daha kolay bulunabilir ve hiçbir yan etkisi yoktur.
27- Stres, gerginlik ve depresyonun hafiflemesine yardimci olur.
28- Uykuyu düzenler.
29- Yorgunlugun giderilmesine yardimci olur ve bize gençligin enerjisini verir.
30- Cildi yumusatir ve yaslilik belirtilerinin azalmasina yardimci olur.
31- Gözlere canlilik ve parlaklik verir.
32- Glokomdan korunmamiza yardim eder.
33- Kemik iliginde kan üretim sistemlerini düzenler, lösemi ve lenfoma olusumunun önlenmesine yardimci olur.
34- Vücutta enfeksiyon ve kanser hücrelerinin gelistigi bölgelerde bagisiklik sistemini güçlendirmek için çok gereklidir.
35- Kani sulandirir ve dolasim sirasinda pihtilasmasini önler.
36- Kadinlarda, adet öncesi agriyi ve ates basmasini hafifletir.
37- Kalp atisiyla birlikte kani sulandirip dalgalandirarak dolasimdaki kati maddelerin dibe çökmesini engeller.
38- Ýnsan vücudunda dehidrasyon sirasinda kullanilabilecek bir su deposu yoktur. Bu nedenle gün boyunca düzenli olarak su içmemiz gerekir.
39- Dehidrasyon cinsellik hormonunun üretimine engel olur, bu iktidarsizlik ve libido kaybinin baslica nedenlerinden biridir. 40- Su içtiginiz zaman susuzluk ve açlik duygularini ayirt edebilirsiniz.
41- Kilo vermenin en iyi yolu su içmektir. Düzenli araliklarla su için ve siki bir rejim yapmadan zayiflayin. Aciktiginiz zaman asiri yememeli, ama susadiginizda suyunuzu içmelisiniz.
42- Dehidrasyon doku bosluklari, eklemler, böbrekler, karaciger, beyin ve deride zehirli çökeltilerin birikmesine yol açar. Su bunlari temizler.
43- Su, gebelikte sabah bulantilarini azaltir.
44- Zihin ve vücut fonksiyonlarini bütünlestirir. Karar verme ve hedefleri belirleme yetenegini artirir.
45- Yasilikta bellek kaybinin önlenmesine yardimci olur. Alzheimer, multipl skleroz, Parkinson ve Lou Gehring hastaliklarinin riskini azaltir. 46- Kafein, alkol ve bazi ilaçlara duyulan bagimliligin giderilmesine yardimci olur.
Kalemin hikâyesi çocuk, büyükbabasinin mektup yazisini izliyordu.
Birden sordu: “Bizim basimizdan geçen bir olayi mi yaziyorsun? Benimle ilgili bir hikâye olma ihtimali var mi?”
Büyükbaba yazmayi kesti, gülümsedi ve torununa söyle dedi: “Dogru, senin hakkinda yaziyorum. Ama kullandigim kursun kalem yazdigim kelimelerden çok daha önemli. Umarim büyüdügünde bu kalemi sen de seversin.” Çocuk kaleme merakla bakti ama özel bir sey göremedi.
“Ýyi ama bu kalem benim hayatimda gördügüm diger kalemlerden hiç farkli degil ki!”
“Bu tamamen nesnelere nasil baktiginla ilgili. Bu kalemin bes önemli özelligi var ve sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep dünyayla barisik bir insan olursun.
“Birinci özellik: Harika seyler yapabilirsin ama attigin adimlari yönlendiren bir el oldugunu asla unutma. Bizim için bu el "Allah"dir ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir.
“Ýkinci özellik: Zaman zaman her ne yaziyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz aci çektirse de sonuçta daha sivri olmasini saglar. Bu yüzden bazi acilara gögüs germeyi ögrenmelisin, bu acilar seni daha iyi bir insan yapar.
“Üçüncü özellik: Kursun kalem, yanlis bir sey yazdiginda bunu bir silgiyle silmene her zaman olanak tanir. Yaptigimiz bir seyi sonradan düzeltmenin kötü bir sey olmadigini anlamalisin, aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli seylerden biridir.”
“Dördüncü özellik: Kursun kalemin en önemli kismi, kalemin yapildigi ahsabi ya da disari yansiyan sekli degil, içerisinde yer alan kursunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmali, en çok onu korumalisin.”
“Besinci ve son özelligi ise her zaman bir iz birakmasidir.
Ayni sekilde sen de hayatta yaptigin her seyin bir iz birakacagini bilmeli ve her hareketinin farkinda olmalisin.”
nette tanisan iki genç arkadas olurlar. zaman içinde siki bir dostluga dönüsen beraberliklerini zedelememek için hiçbir zaman birbirlerini görmemege, fiziki özelliklerinden bahsetmemeye karar verirler.
isimlerin, sekillerin olmadigi sadece ruhlarin derinliklerinden gelen en samimi duygularin dile getirildigi zaman ve mekan unsurlarinda...n soyutlanmis bir birliktelik içinde sürer dostluklari.
ve bir gün bakarlar ki birbirlerini tamamlayan iki varlik olmuslar. yazismadiklari gün hatta saat olmamaya baslamislar. adeta nefes alis gibi dogal bir bütünlesme, isim takamadiklari bir ask gelismis içlerinde. tüm beseri sifatlardan siyrilmis, bambaska bir halmis bu.
aradan geçen zaman zarfinda, artik kesinlikle birbirlerinden asla kopamayacaklarina inandiklari gün; tanismaya ve evlenmeye karar vermisler.
ve ikisinin de çok iyi bildikleri bir kentin çok iyi tanidiklari bir sahilinde bulusmak üzere anlasmislar.
hanimin elinde kirmizi güller ve dudaklarinda sevgi dolu bir gülümseme olacakmis. erkek ise hiçbir alamet tasimayacakmis.
nihayet beklenen gün gelmis. genç erkek sözlestikleri yere yaklastikça kalbi duracak gibi oluyormus. isler biraz degismeye baslamis kalbinde. ya çok çirkin bir kadinsa sevdicegi, ya kör, topal ya da………… ise. biraz hata yaptigini düsünür gibi olmus ama çabuk savmis bu kendine ve askina yakismayan düsünceleri zihninden.
karsida elinde bir gül tutan ve saga ,sola bakinan hanimi görmüs. içi hop etmis fakat dudaklarinda beliren düs kirikligini biraz olsun giderebilmek için bir, iki derin nefes almis ve son derece kararli adimlarla hanimin yanina yaklasmis.
annesi yasinda hatta daha da yasli, saçlari pamuk gibi bembeyaz, yüzü yasadigi yillarin derin izleri ile burusmus fakat dudaklarinda güzel bir o kadar da saskin bir tebessümle kendine dogru yaklasan genç erkege bakiyormus. gözleri bin bir soru ile kipirdiyor, yorgun gözkapaklari arada bir feri kaçmis gözbebeklerini uzaklara yönlendiriyor ama yasli kadin gözlerini genç erkegin bakislarina kilitlemeye çalisiyormus.
zihninde çesit, çesit zit fikirlerin kosustugu genç adam bir, iki yutkundu ve gücünün son raddesindeki bir hiçkirikla,
"merhaba askim. nasilsin." dedi.
kadere teslim olmustu. söz vermisti. biliyordu her sey olabilirdi. bir an gözlerini kapadi ve yazismalarini hatirlamaya çalisti. onca duygu dolu kelimeler, sevda yüklü vaatler, parlak gelecekler nasil olmustu da bu yasi geçmis hatunun kaleminden dökülebilmisti. bir türlü inanamiyordu fakat gerçek gün gibi ortadaydi.
yasli kadinin elinde tuttugu kirmizi güller aldi ve tarif edilemeyen bir duyguyla onlari öptü. sonra elini uzatti ve,
"hadi kalkmana yardim edeyim askim. buradan uzaklasalim. " dedi.
olanlari anlamsiz gözlerle seyreden yasli kadin dudaklarini araladi ve,
"ey ogul, ben yillardir bu kelimeyi unutmus anan belki ninen yasta bir kadinim. neler oluyor anlayamadim ama o gülleri elimden niye aldin. onlari bana su ilerde oturan genç kiz verdi. birini bekliyormus, burada bulusacaklarmis. gelirse benim tarafimdan bu gülleri ona verir misin demisti. ben de o genci bekliyordum. yoksa o sen misin?"
genç adam bir an soluksuz kaldi, bogazinda dügümlenen hiçkirik ve karmakarisik duygularla yasli kadinin isaret ettigi yöne bakti. bir çift sevgi ve minnettarlikla parlayan yesil göz kendisine gülümsüyordu. telasla yasli kadinin ellerini öptü ve gülleri ona tekrar vererek isaret edilen tarafa kosmaya basladi. genç kiz da ayaga kalkmis onu bekliyordu.
"seni izledim. sayet gülleri almayip geri dönseydin sessizce buradan uzaklasacaktim. seni dogru tanimisim askim
Günlerden bir gün bir baba ve zengin ailesi oglunu köye götürdü. Bu yolculugun tek amaci vardi, insanlarin ne kadar fakir olabileceklerini ogluna göstermek... Çok fakir bir ailenin çiftliginde bir gece ve gün geçirdiler.
Yolculuktan döndüklerinde baba ogluna sordu:
- Ýnsanlarin ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?"
- Evet...
- Ne ögrendin peki?
Oglu cevap verdi:
- Þunu gördüm; bizim evde bir köpegimiz var, onlarinsa dört. Bizim bahçenin ortasina kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarinsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarinsa yildizlari. Bizim görüs alanimiz ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar.
Oglu sözünü bitirdiginde babasi söyleyecek bir sey bulamadi. Oglu ekledi, "Tesekkürler baba, ne kadar fakir oldugumuzu gösterdigin için!"
Ýzgören & Akin'a toplantiya gidecegim. Baktim geç kalma ihtimalim var, bindim bir taksiye. Taksici muhabbetçi bir arkadas. O anlatiyor ben dinliyorum. Tam isyerinin önüne geldik. Ankara'da Bakanliklar. Diyelim ki, taksi parasi 9.75 TL tuttu, ben 10 TL uzattim. Hani hepimizin yasadigi sahne vardir ya, taksici üstünü ariyormus gibi yapar, siz de para üstünü alabilmek için bir ayak disarda, inmemek için debelenirsiniz. Tam o sahne olacak. Þoför, “para üstü varmi?” diye aranmaya basladi.
- Üstü kalsin kardesim, dedim.
Döndü bana dogru:- Vaktin varmi abi? dedi.
- Evet, dedim. (Tek ayagim hala disarda)
Dörtlülere basti, trafik dört serit akiyor. Ýndi araçtan. Önde bir büfe var. Gitti oraya, bir seyler konusup geldi. Bana 25 kurus uzatti. Belli ki para bozdurmus.
- Birader, dedim, 9.75 degil, 10.50 yazsa ister miydin 50 kurusu benden?
- Ne alacagim agabey 50 kurusu
- Peki niye gittin? 25 kurus için o kadar ugrastin. Üstü kalsin demistim?
Döndü bana, atti kolunu arkaya:
-Vaktin var mi abi?
- Var
-Çek kapiyi o zaman, anlatayim.
Muhabbetçi bir taksici ile karsi karsiyayiz. 5 dakika konustuk. Ýngiltere'de profösüründen, bilmem kiminden egitimler aldim. O taksicinin 5 dakikada ögrettiklerini Ýngiliz hocalar haftalarca verdikleri derslerde ögretemediler. Taksici anlatiyordu:
- Agabey biz Keçiören'de 5 kardesiz. Babam rençberdi benim, günlük yevmiyeye giderdi; artik insaat falan bulursa çalisir gelir, o gün is bulamamissa, biz eve gelisinden, yüzünden anlardik. Durumumuz hiç iyi olmadi. Aksam yer sofrasinda yemek yerdik. Yemek bitince babam bize “Durun kalkmayin” derdi. Önce dua ederdik, sonra babam bize sofrada konusma yapardi.
- Hah, dedim, bizim meslek, seminerci.
Ne anlatirdi baban?
- Hayatta nasil basarili olunur, filan seyler.
Yani babalari o gün insaata çagirmazlarsa eve para getiremiyor,sonra çocuklara hayatta basari teknikleri anlatiyor. Anlatmaya devam etti:
- Babam ise gidince büyük abim onu taklit ederdi. Delik bir çorapla pantalonun ceplerini çikarir, biz dört kardesi karsisina alip “Dürüst olun,evinize haram lokma sokmayin” diye anlatirken, biz de gülerdik. Annem kizardi,”Babanizla alay etmeyin. O hem dürüst, hem de çaliskandir” derdi. Yan evde iki kardes var, onlarin babasi zengin. Babalari birahane isletiyor, ama adamda her numara vardi, kumar falan oynatirdi. Bizim yeni hiç bir seyimiz olmadi, hep o ikisinin eskilerini kullandik. O amca mahalleden geçerken biz 5 kardes ayaga kalkardik, çünkü bize bahsis verirdi. Babam eve gelince ayaga kalkmazdik. Çünkü hediye, para falan hak getire. Ýste abi neyse, birgün babami kaybettik. Alti ay içinde yandaki baba da öldü. Yandaki baba iki çocuga 5 katli bir apartiman, isleyen birahane,dövizler ve araziler birakti. Bizim baba ne birakti, biliyor musunuz?
- Ne birakti ?
- Bakkal veresiyesi ve konusmalarini birakti. “Evladim isinizi dürüst yapin,hakkiniz olmayan parayi almayin…” falan filan. Aradan 15 yil geçti, diger 2 kardes cezaevindeler, ne ev kaldi, ne birahane. Aileleri dagildi. Biz 5 kardes, besimizin Keçiören'de taksi duraginda birer taksisi var, hepimizin birer ailesi, çoluk çocugu, hepimizin birer dairesi var. Geçenlerde büyük abim bizi topladi ve: “Asil mirasi bizim baba birakmis.” dedi. Hepimiz agladik. 5 kardes taksicilige basladigimizdan beri, taksimetrenin yazmadigi 10 kurusu evimize sokmadik. Her seyimiz var Allah'a sükür.
Çok duygulandim. Veda ettim, tam inerken:
- Dur abi, dedi. Asil bomba simdi.
- Neymis o? dedim.
- Nerede oturuyoruz, biliyor musun? O iki kardesin oturdugu 5 katli apartmani biz aldik, 5 kardes orada oturuyoruz…Evladiniza ne araba birakirsiniz, ne ev, ne de baska bir miras. Evlada sadece deger kavramlari birakirsiniz. Bakin iki baba da evlatlarina deger kavramlari birakmislar.
(A.Þerif ÝZGÖREN'in kitabindan)
Daha henüz 18 yasindaydi, ama hayatinin sonundaydi. Tedavisi mümkün olmayan ölümcül bir kansere yakalanmisti. Kahir içinde eve kapamisti kendini...Sokaga çikmiyordu. Annesi, Bir de kendisi... O kadardi bütün hayati... Bir gün fena halde sikildi, dayanamadi, atti kendini sokaga, bir yigin vitrinin önünden geçti. Tam bir CD satan dükkani da geride birakmisti ki, bir an durdu. Geri döndü, kapidan içeri, gözüne hayal meyal takilan genç kiza bir daha bakti. Kendi yaslarinda harika bir genç kizdi tezgahtar. Hani ilk bakista ask derler ya, öyle takilip kalmisti iste. Ýçeri girdi. Kiz gülümseyerek kostu ona:
-"Size nasil yardim edebilirim?"
diye... Nasil bir gülümsemeydi o, Hemen oracikta sarilip öpmek istedi kizi kekeledi, geveledi, sonra
-"Evet" diyebildi.
Rastgele bir plagi isaret ederek...
-"Evet.. Su CD'yi bana sarar misiniz?.."
Kiz CD'yi aldi, içeri gitti. Az sonra paket edilmis geri geldi. Aldi paketi, çikti dükkandan, evine döndü, açmadan dolabina atti.. Ertesi sabah gene gitti ayni dükkana.. Gene bir CD gösterdi kiza, sardirdi, aldi eve getirdi, atti paketi dolaba, gene açmadan.. Günler hep alinip sardirilan CD'lerle geçti.. Kiza açilmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Annesine açildi sonunda, Annesi:
-"Git konus oglum, ne var bunda?'
dedi. Ertesi sabah bütün cesaretini topladi. Erkenden dükkana gitti. Bir CD seçti. Kiz gülerek aldi plagi. Arkaya gitti, paketlemeye. Kiz içerdeyken bir kagida
-"Sizinle bir gece çikabilir miyiz?'
diye yazdi, altina telefon numarasini ekledi, notu kasanin yanina koydu gizlice.. Sonra paketini alip kaçti gene dükkandan.. Ýki gün sonra evin telefonu çaldi. Anne açti telefonu, CD Dükkanindaki tezgahtar kizdi arayan. Delikanliyi istedi.. Notunu yeni bulmustu da.. Anne agliyordu..
-"Duymadiniz mi?" dedi.. "Dün kaybettik oglumu.."
Cenazeden birkaç gün sonra, anne oglunun odasina girebildi sonunda.. Ortaliga çeki düzen vermeliydi. Dolabi açti.. Oraya atilmis bir yigin açilmamis paket gördü.. Paketleri aldi, oglunun yatagina oturdu ve bir tanesini açti.. Ýçinde bir CD vardi, bir de minik not;
-"Merhaba.. Sizi öyle tatli buldum ki.. Daha yakindan tanimak istiyorum.. Bir aksam birlikte çikalim mi?
-'Sevgiler Jacelyn!."
Anne bir paketi daha açti.. Onda da bir CD ve bir not vardi;
-"Siz gerçekten çok tatli birisiniz, hadi beni bu gece davet edin, artik..
-"Sevgiler Jacelyn!.."
Adam üç yasindaki kizini, gayet pahali bir hediyelik kaplama kagidini ziyan ettigi için azarlamisti.
Küçük kiz, koskoca bir paket altin yaldizli kagidi, bir kutuyu egri bügrü sarmak için kullanmisti.
Yilbasi sabahi, küçük kiz paketi getirip ''Bu senin babacigim!'' dediginde üzüldü.
Acaba gereginden fazla mi tepki göstermisti kizina? Bir gece evvel yaptigindan utandi...
Ne var ki paketi açinca yeniden öfkelendi. Kutunun içi bostu.
Kizina gene bagirdi; ''Birisine hediye verdiginde kutunun içinde birseyler olmasi lazim.
Bunu da mi bilmiyorsun küçük hanim?'' Küçük kiz gözlerinde yaslarla babasina bakti. ''O kutu bos degil ki baba!'' dedi. ''Ýçini öpücüklerimle doldurmustum!''
Adam öyle fena oldu ki... Kizina sarildi; beraber agladilar. Adam o altin kutuyu ömrünün sonuna kadar yataginin bas ucunda sakladi. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse kutuya kosar, içinde minik kizinin sevgi ile doldurdugu hayali öpücüklerinden birisini çikarirdi.
Kadin 32 yasinda güzel bir bayandi ve esi oldukça yakisikli bir deniz subayi idi. Bundan bir kaç ay önce yanlis bir teshis sonucu gerçeklestirilen ameliyatla gözlerini kaybetmisti genç kadin ve asla göremeyecekti. Kocasi ameliyattan sonra aci gerçegi ögrenince yikilmis ve kendi kendine bir söz vermisti.
Günler geçiyordu. Kadin her geçen gün kendini daha kötü hissediyor, çok sevdigi kocasina yük oldugunu düsünüyordu. Esinin bu içine kapanik, karamsar hali kocayi çok üzüyordu. Birden aklina esinin eski isi geldi. Geri dönmesini isteyecekti. Ama bunu ona nasil söyleyecekti, çünkü artik çok kirilgan ve nesesizdi. Bütün cesaretini toplayarak aksam karisina konuyu açti. Karisi dehsetle gözlerini açti:
- Ben bunu nasil yaparim ben körüm, diye bagirdi.
Kocasi ona destek olacagini, her sabah kendisinin ise birakacagini ve aksamlari da is çikisinda alacagini ve ona çok güvendigini söyledi. Çünkü esini taniyordu ve bunu basarabilecegini biliyordu. Kadin büyük bir umutsuzlukla kabul etti çünkü esini çok seviyordu ve onu kirmak istemiyordu.
Her sabah esini isine birakiyor ve aksamlari da aliyordu fedakar koca. Günler böyle ilerledi, karisi eskisinden biraz daha iyiydi. Fakat kocasi daha fazlasini istiyordu, kendisine söz vermisti sonuna kadar gidecekti. Aksam karisina:
- Artik ise kendin gidip gelmelisin, dedi.
Kadin sasirmisti. Bunu asla yapamayacagini söyledi. Kocasi israr edince onu yine kiramadi ve bütün cesaretini topladi. Bunu kendisi de istiyordu ama o kadar güveni yoktu.
Sabahlari kadin artik otobüs duragina kendisi gidiyor, otobüsüne biniyor ve otobüsten inerek isine gidebiliyordu. Günler günleri kovaladi, hiç bir problem yoktu.
Yine bir gün otobüse binerken, soför:
- Sizi kiskaniyorum, hanimefendi dedi.
Kadin kendisine söylenip söylenmedigini anlayamadan, neden diye sordu. Þoför:
- Çünkü her sabah sizin arkanizdan bir deniz subayi genç adam otobüse biniyor ve bütün yol boyunca sevgi ile size bakiyor, otobüsten indikten sonra yesil isikta yolun karsisina geçmenizi bekliyor siz binaya girdikten sonra arkanizdan öpücük yollayip size her gün sevgiyle el salliyor, dedi.
Lise ikideyim, okuldan çikip servisin ön koltugunu kapmak için son dersin çikisa 5 dk kalmasina hazirlanir ve kapidan ilk çikan ben olurdum. Ýnsanlara çarpa çarpa kosardim. Bide çekilin uçagim kaçacak diye bagirirdim. Arasira ambulans sesi de ise yarardi. Ön koltuga otururdum ama nefes nefese ve kan ter içinde fakat çok mutlu olurdum. Ýçimden ‘Ulan terledim ama olsun bugün yine ben galip geldim’ diyordum. Açliktan soförün sag kolunu kemirecek gibi olurdum evin önüne yanasirdi ve soför amca da ben de rahat nefes alirdik. Yine böyle bir gündü…
Annem komsulara gitmis evde ananem vardi. Kiyamam bana bir seyler hazirladi ve her zamanki ilk sorusu ‘bugün kaç tane 5 aldin’. Garibim her gün sinav oluyoruz saniyor. Diger kardesim de futbol antrenmanindan geldiginde ilk sorusu ‘kaç gol attin’.Timurhan ise anane 3 sifir yenildik diyor o hala golleri sen mi attin diye sorardi.
Böyle bir tonton anane düsünün iste. Yemegimi yedim odama çekildim 1 saat geçmedi. Ananem geldi ‘Serkanim benim nefesim daraliyor. Ýçimde bir sikinti var sicak bastiriyor’ dedi. Bende basimdan savmak için bi abdest al geçer anane dedim. Sessizce çikti odamdan ve tüm gün kanepede öylece sessizce geceyi bekledi. Annem uyumustu babam evde degildi. Polis oldugundan gece nöbetindeydi. Bende ödevlerimi yaptim, birazda öss sorulari çözdükten sonra uyumak için yatagima uzandim ama uyuyamiyorum. Bir türlü gözüme uyku girmiyor, bir saga bir sola dönüyorum. Oflayarak kalktim ve odamdan çikar çikmaz gördügüme inanamadim.
Ananem yerde sürünüyor ve bir seyler demeye çalisiyor. Ne yapacagimi bilmiyorum. Avazim çiktigi kadar anneeeeeeee yetis ananem kalp krizi geçiriyor. Arabamiz var ve annemin ehliyeti de var fakat anahtar babamda kalmisti ise giderken. Ben evden çikip hemen komsumuzun kapisi yumrukladim Mustafa abi Allah razi olsun uyumamis ayaktaydi. Ben nasil oldu anlamadim ama o zayifligimla ananemi sirtima aldim ve asansörle asagiya indirdim arkamizdan Mustafa abi geldi ve arabaya bindik. Ananem ön koltukta, disleri kenetlenmis zor nefes aliyordu. Annem ve ben arka koltuktayiz. Annem sürekli agliyor ve dua ediyordu. Ben ise bir elim ananemin elinde bir elim rahat nefes alsin diye ananemin agzinda ve sanki parmaklarim kopacakti. Tam hastaneye geldik derken sol elimde bir buz parçasi sanki. Evet, ananemin elleri buz gibi olmustu. Sesimi çikarmadan çigliklar attim, öldü diyemedim.
Acile geldigimiz gibi sedye ile içeri aldilar. Ben öldügünü biliyordum. Sessizce bekliyorum disarida fakat annemin halini anlatmayacagim. Doktorlar 20 dk sonra geldi ve kurtuldu dediler. Önce kalbi durmus, elektro sok ile tekrar Rabbim onu bize bagisladi.
Aradan 7 sene geçti ve ananeme her sarildigimda ölümü en yakin haliyle hatirliyorum.
Önemli bir toplantida cep telefonuyla bagira bagira konusan bir kisi garibinize gidiyorsa, paradigmanizi degistirmeden onu degerlendirdiginiz için, siz yaniliyorsunuzdur.
Örnegin; trende giderken, bir baba, 3 evladiyla oturup, sürekli aglayan çocuklarina hiç, susun, demeden yolculuga devam ettiginde ; siz ona ne gamsiz adam, diyebilirsiniz. Ama sorsaniz, belki de onlar hastaneden geliyorlardir ve bir saat önce çocuklarin anneleri ölmüstür ve eve dönüyorlardir.
Prof.Covey’in konusmasini dinlemeye gelen annesi, arka sirada oturan 2 kisinin toplanti boyunca sürekli konustuklarini görerek, çok öfkelenmis ve oglumu küçümsüyorlar diyerek te çok üzülmüs. Yemek molasinda ogluna, sunlarin kafasina çantami indiresim geliyor, demis. Oglu; “anne o adam Finlandiyali, burada simultane tercüme yok, mecburen tercümani yanina oturttuk” demis.
Havaalaninda aktarma yapmak isteyen yasli bir hanim, uçaginin 2 saat gecikmeli oldugunu ögrenince, dergiler ve bir kutu kurabiye alarak bekleme salonuna geçmis. Yanindaki sehpaya da dergileri ve kurabiye kutusunu birakarak, okumaya dalmis. Bir ara bakmis ki, yanindaki koltugu oturan bir adam, sehpadaki kurabiye paketini açiyor ve yemeye basliyor. Kurabiyelerin kendisine ait oldugunu hissettirmek isteyen kadin, adama dik dik bakmis. Hatta cani o an istemedigi halde, kutudan bir kurabiyeyi agzina atmis. Her halde kurabiyelerin sahibinin kim oldugunu artik anlamistir diye düsünürken, adam bir tane daha agzina atmaz mi? Hemen kadin da bir tane daha atmis ve bir yarisma baslamis, adam bir tane, kadin bir tane. Sonuçta kutuda tek kurabiye kalmis, adam onu hizlica kaparak ortadan bölmüs ve gülerek kadina ikram etmis. O sirada, kadinin uçaginin alana indigi anonsu duyulmus ve islemler için kadin bankoya gitmis. Pasaportunu çikartmak için çantasini açtiginda, ne görsün ; kendi kurabiye paketi, hiç açilmamis olarak çantasinda durmuyor mu?
Meger, bunca zamandir adamin kurabiyesini yiyormus. Tabii çok utanmis ama, artik is isten çoktan geçmis.
Baskalarinin düsünce ve davranislari hakkinda hüküm verirken, elimizdeki veriler çogu zaman yeterli olmuyor. Davranislarin nedenini bilmeden çok yanlis yargilara varabiliyoruz.
Covey bu örnekleri ; “ayni enformasyona farkli bakis, bizim davranislarimizi belirler” diye özetliyor. Buradan yola çikarak çözemedigimiz sorunlar için, paradigma (zihin haritasi) degistirmenin geregini vurguluyor ve Einstein’in bir sözünü animsatiyor:
Karsilastiginiz sorunlari, o sorunlari yarattiginiz düsünce düzleminde kalarak çözemezsiniz.
Çogumuzun zaman zaman yaptigi gibi, “sorunlarin içinde kaybolmak” yerine, paradigma degistirmeyi basarip, sorunlara farkli biçimde yaklasabilenler, o sorunu asma sansini da yakaliyorlar. Zaten sorunlarimizi dostlarimizla paylasmamizin nedenlerinden biri de, farkli bir bakisin, bize farkli davranabilme kapisi aralama ihtimali degil midir?
ÇÖZÜMSÜZ gibi gördügünüz sorunlar konusunda PARADÝGMA degistirmenin önemi çok büyüktür. Aslinda hayatimizi, basarimizi, mutlulugumuzu belirleyen bizim kendi davranislarimizdir. Basimiza gelen her seyle onlara verdigimiz tepki ve yanit arasinda genis bir hareket alani vardir…”
Stephan R. Covey – Etkili Ýnsanlarin 7 Aliskanligi
Köyümüz, Tipi Köy İç Anadolunun en eski köylerindendir.Köyümüzün mezarlığı evimizin tam karşısındaydı.Komşumuzun bize orada garip şeyler gördüm, demesi bizi ne kadar ürkütsede inandırmıyordu.Ta ki Burak arkadaşımın sünnet gecesine kadar.Birden arkadaşımın hediyesini evde unuttuğumu farkettim.Gece garip olayların olduğunu bildiğim için eve gitmeye korkuyordum.Eve yaklaştığımda bazı çığlıklar duymaya başladım.Musalla taşının üzerinde garip ışık büzmelerinin daire biçiminde döndüğünü gördüm ve birden at sesleri gelmeye başladı.İleriye doğru baktığımda atın üzerıne binmiş bir gelinin hızla musalla taşına doğru geldiğini gördüm.
Gelin bir süre musalla taşının etrafında dolaştıktan sonra mezarlığa girerek ağıt yakmaya başladı. Ben bu arada korkudan ne yapacağımı şaşırdım.Daha sonra bir düğün alayının gelip gelini alarak oradan hızla uzaklaştığını gördüm.Bende düğün yerine koşup olanları dedeme anlatmaya başladım.Dedem bana inanmadı.
Ertesi sabah mezarlığa bakmaya gittiğimde bir gelin duvağının bir mezara bağlı olarak buldum.Bu duvağı dedeme gösterdiğimde dedemin ağladığını ve bu duvağın savaşta gelinken şehit olan ablasına ait olduğunu ve mezarınsa sevdiğine ait olduğunu söyledi.Bir kaç yıl sonra Akşehir gölünün taşmasıyla köyümüz sel altında kaldı, bir daha böyle bir olay görülmedi.
Merhaba arkadaşlar, benim adım Zeynep. Size gerçek olan, yengemin dedesinin başından geçen bir hikayeyi anlatacağım.
(Yengemin dedesinin adı, Ali imiş. Ona, Deli Ali derlermiş. Ancak bu ‘deli’ takma adı sadece Ali’nin o mağaraya korkusuzca gitmesinden gelen bir deyimdir.) İyi okumalar, umarım ibret ve örnek alırsınız.
Deli Ali, Osmaniye/Kadirli’de zeytinlik denilen bir köyde yaşarmış (ben de burada yaşıyorum). Ailesinin ve kendisinin geçimini çobanlık yaparak sağlarmış. Tüm köyün koyunlarını, keçilerini, ineklerini…, artık ne varsa, hepsine çobanlık yaparmış.
Yine bir gün çobanlık yaparken, köylülerin hiç gitmediği, ”in cin var orada!” dedikleri bir mağaranın 600-700 metre kadar uzağında hayvanları otlatıyormuş. Sonra o mağaradan davul zurna sesi geldiğini duymuş. ”Düğün var herhalde, gidip bir bakayım.”, demiş. Hayvanları otladıkları yerde bırakıp, mağaraya doğru gitmiş. Dağa tırmanıp, mağaraya girmiş. Mağarada kara kara adamlar, kadınlar, çocuklar varmış. Bu kara varlıklar cinler imiş. Cinler davul-zurna çalıp eğleniyor, yemek yiyor, yaktıkları ateşin üstünde kocaman bir kazanda yemek pişiriyorlarmış. Sonra, Deli Ali’nin yanına bir cin kadın yaklaşmış. Elindeki yemek tabağını Ali’ye uzatmış. Ali’ye kuş tüyünden minderlerle dolu bir köşe göstermiş ve oraya gidip oturmasını işaret etmiş. Ali de gidip oturmuş. Bir süre cinleri izlemiş. Sonra çok acıktığını fark etmiş. Cinlerin kendisine verdiği tabağa bakmış. Tabakta resmen bir ziyafet varmış. ”Bismillahirrahmanirrahim” deyip yemeğe eğilmiş. Sonra elindeki yemeğin aslında bir tabak at boku olduğunu görmüş. Kafasını kaldırıp etrafa bakındığında cinlerin yok olduğunu, koca ateşin de söndüğünü görmüş. Ve oradan ayrılmış.
Ertesi gün tekrar o mağaraya gitmiş. Cinler yine oradaymış. Ama Ali bu sefer cinlere bir oyun oynamış. Cinlerin yanına gidip oyunlarına katılmış, onlarla dans etmiş. Sonra da tam ortaya geçip, ”Bismillah!” diye bağırmış. Cinler acı içinde kaçışarak ortadan kaybolmuşlar.
Bu olaylar böyle bir kaç gün devam etmiş.
Ali dinine bağlı bir adammış ve bu nedenle cinlerden hiç korkmuyormuş. Her işinin başında da ‘Bismillah’ demeyi asla ihmal etmezmiş. Ancak karısı tam tersine hiç öyle değilmiş.
İşte bu nedenle, bu hikayenin ibretlik bölümü şu şekilde;
Ali yine mağaraya gitmiş. Eğlenceye katıldığı sırada cin kadınlardan birinin üzerinde kendi karısının elbisesinin olduğunu fark etmiş. Tabi karısının olup olmadığından pek emin değilmiş. Ancak eğer karısınınsa, ona bir ders vermek istiyormuş. Çünkü cinler sadece Allah’ın adının, dinin geçmediği insanlarla ilgilenirlermiş.
Ali de cebinden çakmağını çıkarmış, elbisenin eteğinden yakmış. Cin kadın çığlık atmaya başlamış. Ali ‘Bismillahirrahmanirrahim’ demiş ve cinler yok olmuş.
Ali akşam evine gitmiş. Karısını yanına çağırıp sormuş,
”Hanım, senin şu sandığa koyduğun elbise var ya,” – ”Heeee, nolmuş?” – ”Git bir getir bakim şu elbiseni,” – ”Eyi, peki. Getireyim.” Ali’nin karısı gidip elbiseyi getirmiş. Elbisenin eteğinde yanık varmış.
Ali başından geçenleri karısına ve çocuklarına bir bir anlatmış. Karısı ve çocukları da Deli Ali’nin izinden gitmeye, Allah’ın ve Peygamberinin yolunu izlemeye başlamışlar.
Merhaba ben Berke. Size geçmişte olan ve günümüze kadar devam eden ilginç bir olayı anlatacağım.
Bizler yazları köyümüze gidiyoruz. Bizim evin oralarda terk edilmiş bir ambar var. 1. Dünya savaşında orada birçok insan katledilmiş. Bu katliamın sebebi ise Nana adında Yunanlı bir kadınmış.
Nana casusluk yaparak Türk askerlerinin mevzilerini düşmana bildirerek, askerlerimizin ölmesine sebep olmuş. Nana önceleri o köyde çok seviliyormuş. Ama onlara yaptığı bu kalleşlik ve sırtından bıçaklama olayı sonunda kimse onu sevmemiş. Bu olaydan sonra o ruhlar Nana’yı rahat bırakmamışlar. O günden bu güne kadar hep Nana’nın acı ve yalvarış sesleri geliyor. Bu ambarın ordan, buraya gelen herkes duyuyor bu sesleri. Parakalo diye bağırıyo. İnternetten çevirdiğimde bu lütfen demek imiş.
Bir gün belediye o evi yıkmak için gelmişti. Sonra nedense yıkamadılar.
İş adamının işleri bozulmuştu. Ne yaptıysa olmuyordu. Bir zamanlar çok başarılı bir insan olmasına rağmen şimdi büyük olan sadece borçlarıydı. Bir taraftan kredi verenler onu sıkıştırırken, diğer taraftan da bir sürü insan ödeme bekliyordu.
Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Nefes almak için parka gitti. Bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı.
Tam bu sırada birden, önünde yaşlı bir adam durdu. ‘Çok üzgün görünüyorsun. Seni rahatsız eden bir şey olduğu belli… Benimle Paylaşmak ister misin?’ diye sordu yaşlı adam. İşadamının yakınmalarını dinledikten sonra da, ‘Sana yardım edebilirim’ dedi. Çek defterini çıkardı.
İşadamının adını sordu ve ona bir çek yazdı. Çeki ona verirken de şöyle dedi: ‘Bu para senin. Bir yıl sonra seninle burada buluştuğumuzda bana olan borcunu ödersin. Hadi al’ dedi. Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu.
İşadamı elindeki çeke baktı. Çekte 500 bin dolar yazıyordu ve imza ise John Rockefeller’ e aitti, yani o gün için dünyanın en zengin adamına. ‘Tüm borçlarımı hemen ödeyebilirim’ diye düşündü. John Rockefeller’ e ait bu çekle her şeyi çözebilirdi.
Ama çeki bozdurmaktan vazgeçti. Bu değerli çeki kasasına koydu. Onun kasasında olduğunu bilmenin güveniyle yepyeni bir iyimserlikle işine tekrar dört elle sarıldı.
Büyük küçük demeden tüm işleri değerlendirmeye başladı. Ödeme planlarını yeniden yapılandırdı. İyi yapılan işler yeni işleri doğurdu. Birkaç ay sonra tekrar işlerini yoluna koyabilmişti.
Takip eden aylarda ise borçlarından tümüyle kurtulup hatta para kazanmaya başlamıştı. Tüm bir yıl boyunca çalıştı durdu. Tam bir yıl sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti. Kararlaştırılmış saatin gelmesini bekledi. Tam zamanında yaşlı adamın hızla ona doğru geldiğini gördü.
Tam ona çekini geri verip başarı öyküsünü paylaşacakken bir hemşire koşarak geldi ve adamı yakaladı. Hemşire ‘Onu bulduğuma çok sevindim, umarım sizi rahatsız etmemiştir’ dedi. ‘Çünkü bu bey sürekli olarak huzur evinden kaçıp, bu parka geliyor. Herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor’ diye ekledi. Hemşire adamın koluna girip onunla birlikte uzaklaştı.
İşadamı şaşkın bir şekilde öylece durdu kaldı. Sanki donmuştu. Tüm yıl boyunca arkasında yarım milyon dolar olduğuna inanarak işler almış, yapmış ve satmıştı.
Birden, hayatının akışının değiştiren şeyin para olmadığını fark etti.
Hayatını değiştirenin yeniden kendinde bulduğu kendine güven ve inançtı.
Başarının sırrı, kasamızda duran değil, kendi kalbimizde ve kafamızda olanlardır. Başka yerde aramaya gerek yok.
|